T

10 Ağustos 2012 Cuma

dostum senin sorunun ne ha!

bu insanlıgın sorunu ne dostum biliyor musun? kendini tanımamak, bilmemek. ya sen niye ilk bi kendine bakmıyorsun arkadas. mesela ya senin miden pogaca yiyince agrıyor yanma yapıyor ya yeme bi daha bi mideni dinle arkadas. sana bi uyarı veriyo acı veriyo yapma bunu diyor bi dinle da bi dinle. iç dunyamızı anlamaya da çalışmıyoruz. bi derdin var misal kredi kartını ödeyemiyorsun arkadas bi dusun neden boyle oldu bu hale neden geldin nerde hata yaptın bi uzaklas mevzudan uzaktan bi bak sole o derdi bi oku izle ileri geri bi sar bakalım hani futbol maçlarından sonra yapıyoruz ya ordan çok iyi biliriz aslında. çöz bakalım şu derdi anla bi oku faulu nerde yapmışsın nerde sert girmişsin bi anla ve ondan ders çıkar. bunlar bi anahtar olur hayat olunda eğer derdi düzgün anlayıp yorumlarsan zaten çözüm anında önünde belirecektir. ama biz insanlar napıyoruz kendi sorunlarımızı bırakıp bize dayatılan dizi, film, magazin rol modellerinin sıkıntılarını paylaşıp, mutluluklarını yaşıyoruz. gidiyoruz kimlerle empati kuruyoruz onlar gibi yasamak istiyoruz ama olmuyor. çunku kendini tanımayan insan nereye gidecegini bilemez bi yol bulur kendine yaşamaya çalışır. o rol modeller uzerinden ole bi rutinde devam eder sevmedigi bi işi yaparak kazandıgı üç beş kuruşla kendini eglendirir. kitaplar okuyarak filmler izleyerek masallara inanarak yaşamak yerine herseyi görerek bilerek dersler cıkartarak kendi masalını yazmak daha güzel değil mi? sadece sana ozel bir hayatın olur bu şekilde. su anda ki rol modeller bile imrenirler belkide görseler. ama göremezler, duyamazlar ama en önemlisi hissedemezler. onunde kesfedilmeyi bekleyen bi insan ve yeni bi hayat var. o insana dikkatli bak o sensin. kendine dikkat et yani. evet insanlıgın sorunu buymuş işte moruk! hiç kendine dikkat etmiyor. dikkatini mi çekmiyordur nedir bende anlamadım. aslında bi tanımaya baslasa... yazarın kişisel notu: bu yazıyı yazdım fakat bu sorun tüm insanlık gibi benimde sorunum fakat farkındalık yaratmak iyidir diyerekten kalemime sarıldım. çuvaldızı ilk kendine batır derdi buyuklerim onlarada buradan selam edelim. olenlere Allah'tan rahmet dileyerek de noktalayalım. kendinize dikkat edin...

14 Haziran 2012 Perşembe

Kırçiçeği'ne ithafen...

Neyin içinde olduğunu bilemediğin bir hayatta yaşayarak anlamaya çalıştım olup bitenleri. Ne alırsan bir milyon muydu yok ne versen olur muydu? Bir kargaşa içinde geçen hayatın birer yapı taşlarıydık aslında. Yalnızlık içinde yaşadık bir çok şeyi. Bekliyorduk gelecek eceli ve o mutlak sonu. Yaşanan olaylar kimi zaman acı verse de devam edebiliyorduk, yenebiliyorduk ümitsizlikleri umutla. Umut fakirin ekmeği demişler ama kimin bir umudu yoktu acaba merak ediyorum. Ya herkes fakirdi ya da umutsuzluk zenginlik. Nereye kadar gidileceğini kimse bilemezdi bu yolun, neresine kadar? Ben mi idim sadece bunlara anlam veremeyen yoksa herkesti ama ben daha mı çok önemsiyordum? Hep bir soru işareti vardı hayatta belki olmasa daha boktan olurdu ya. Hayatta her şeyin bir zıttı vardı ama birisini bulamıyordum. AŞK. Aşkın zıttı neydi sahiden var mıydı öyle bir şey? Kelime olarak belki türetilebilirdi ama duygu olarak yaşanabilir miydi? O kadar karmaşık bir şeyin zıttıda bir o kadar karmaşık olurdu herhalde. Ne idi bizdeki bu aşık olma tutkusu? Bu bir tutku muydu yoksa bir ihtiyaç mı? Ne kadarda zordu aşkını anlatmak o kişiye. Ona çok yakınken zordu hissedilen şey o heyecan, o hüzün, o sevinç, o korkma, o ürperme daha uzatilabilir bu liste ama ne kadar zordu tüm bunları aynı anda yaşamak. Ağlamak insanı rahatlatır derler ya aslında geçici bir rahatlıktır o yaşanan. Mutlak huzur ölümdür aslında. Tabi bu dünya için. Huzura erdi derler ölen biri için. Yalnızım aslında etrafımda insanlar olsa bile yalnızım. Bu yalnızlık maddi bir yalnızlık değil insan en kalabalık ortamlarda bile yalnızlık hissedebilir. Ama o varsa yanında yalnızlık yok demektir. Neden böyle olduğunu desem de bildiğim bazı şeyler var. Neden bir anda böyle olmuştu herşey? Kızgın mıydı bana yoksa umrunda bile değil miydim artık? O'da mı üzgün, paramparça bir halde yoksa başkası mı var gözlerinde? Gözleriydi beni O'na bağlayan. Görmüştüm gözlerinde ateşböceğini bana bakarken. O ateşböceği ölmüş müydü yoksa sönmüş müydü? İlk defa görmüştüm bir ateşböceği birinin gözlerinde. Bu yüzden olan olmuştu ya. Belki görmesem o an gözlerini söyelebilirdim bütün gerçekleri. İçimde hala bir umut bir kıpırtı ya O'da ile başlayan umut sözcükleri. Diğer türlüsünü düşünüyorum olmuyor dayanamıyorum, yediremiyorum kendime. Belki görmem gerek gözlerimle o ihtimali, yaşamam gerek o anı. O zaman önemli olan ne hissedeceğim. Şans denen şey yoktu bende zaten. Şans mı yoktu yoksa ben mi onu yakalayamadım bilmiyorum. Ama bu böyle nereye kadar gidecekti, nerede bitecekti? Onu görene dek olmamıştı biri bana öyle bakan. Belki önceden yaşasaydım böyle bir şeyi yaşamazdım şimdi ki heyecanı. Ama o ilk ve tekti. Belki öyle kalacak belki değil ama unutmayacaktı bu gözler o ateşböceğini ve sahibi kırçiçeğini...

10 Haziran 2012 Pazar

bir karikatatür karakterinin düşünce balonu

on8tv markasıyla çok yakında bir gençlik televizyonu açılacakmış. hatta bu televizyon kanalının başında televizyonun ilk ve tek gece kuşu var. şimdi hiç kimse gece kuşu kim filan demesin patlatırım eksiyi. sosyal medyanın tokatlarıda bunlar oluyor işte eksi veriyosun yorumuna like ediyosun filan yani bir garip ortam. bu televizyon kanalının en önemli iddaası burada başlıyor işte. "sosyal medya" ağırlıklı, tamamen size özel bir gençlik televizyon kanalı. her türlü sanal ortamda izlenebilecek ve böylelikle her daim canlı bir organizma gibi kanımıza işleyecek bir kanal olma iddaası. bu kanala şöyle bir baktığımda ne görüyorum söyleyeyim mi? geleceğin kaçınılmaz olayı olan internet televizyonunun bir doğumunı görüyorum. tabi burada başta gece kuşuna çok iş düşüyor. takım elemanlarını çok iyi seçmelidir ki o televizyonun showdan, gösterişten çok aslında siyah bir kutudan ibaret olduğu seyirciye anlatılsın. televizyondan beslenmeli fakat diğer televizyon kanalları gibi izleyenleri uyuşturmamalı. aksine eleştirel bir boyut katarak izleyenleri düşündürmeli. gece kuşu benden daha iyi bilir tabi bu işleri. televizyon ekranına tüket-itaat et ve öl yazmış biri olarak günümüz yaşam tarzına ve kapital düzenine sağlam bir açıdan göz kırpmıştır. bakalım çok merak ediyorum bu sefer nerekerden göz kırpacak biz seyircilere ve ortaya nasıl bir kanal çıkacak. gece kuşuna kolay gelsin bu sefer işi zor gibi. ha bu arada haberin olsun gece kuşu, şu sıralar işsizim adam lazımsa seslenmen yeter buralardayım...

18 Aralık 2009 Cuma

Kaybetmek

Hayatımız boyunca bir çok şeyi kaybederiz. Bazen kaybettiğimiz bir eşya olur. Bazen bulamayız, yeri gelir en ummadığımız anda ummadığımız bir yerde buluruz o eşyamızı. Bazen kaybettiğimiz zamanlar olur. Hayatta geri alamayız o zamanı. Vakit nakittir derler ya şu devirde ikisi doğru orantılı olarak işliyor. Paran yoksa pek zamanında olmuyor. Bazen kaybettiğimiz para olur. Para mevzusu bir gariptir. Hayatın boyunca maddi olarak her şeyi yaşaman muhtemeldir. Dibe vurduğunda olur, merdivenleri çıktığında. O yüzden ne olursan ol batarken de dimdik bat, çıkarken de dimdik çık. Bazen kaybettiğin sevdiklerin olur. Göçüp giderler bu dünyadan. Bazen en ummadığın anda kaybedersin sevdiğini. Kaybetmelerinin arasında en vurucu olanı budur belkide. Bir anda kendi elinde olmadan kaybedersin, gider. Hiç bir şey yapamadığından bazen kaderine söylenir, kavga edersin dünyayla. Bazen kaybettiğine bakıp, bir iç çekip neyim var ki daha kaybedecek dersin. Daha değerli neyim var ki. Artık umursamaz olursun. Hayatı akışına bırakıp, devam edersin yaşamaya. Artık daha farklı bakarsın dünyaya. Belki daha cesurca, belki daha aptalca, belki daha umarsızca, belki daha duygusal, belki daha kızgın, belki daha tahammülsüz... Ama değişmişsindir artık. Eski sen yoktur kaybetmişsindir bir parçanı, giderken senin bir parçanıda götürmüştür sevdiğin. Artık kalanlarla idare etmeyi bilmek kalmıştır geride kalana. Çünkü dünya bildiği gibi dönmektedir hala. Senin kaybettiklerine bakmaz dünya. Devam eder dönmeye eski bildiği hızında. Kaybetmek istemez artık geride kalan. Gidenlerin yerine bir şey koymak istemez. Korkar, ya onlarıda kaybedersem diye. Yapamazsın boşuna uğraşma. Alışırsın zamanla kaybettiğine. Devam edersin yüzmeye hayat denizinde. Bazen akıntıya bırakırsın kendini. Bazen bir kayaya ulaşmak için akıntıya karşı yüzersin. Beklersin kayıplarını bir nebze olsun telafi etmeyi. Akıntıya bırakırsın ya sıkıldığında kendini bazen o akıntıda bulursun ummadığın birini. Kazanmışsındır kaybettiğim dediğin anda. Hayat bir gariptir. Ummadığın anda olması bazı şeylerin havayi fişek etkisi yapar. Gözünü alamazsın her patlama sesi duyduğunda gökyüzünden. Sonra yeniden devam edersin yürümeye. Bazen bir patlama sesi duyarsın bakarsın havaya fakat yoktur gökyüzünde bir ışıltı. Kaybetmek zordur aslında bilenler hatırlar. Kaybettiğine mi üzülürsün? Bir daha o boşluğu dolduramayacağına mı? Üzülürsün hepsine. O kadar üzülürsün ki daha fazla üzülmek istemezsin hayatın kalanında. Değer vermezsin ki fazla maddiyata, geri koyabileceğin şeylere üzülmek istemezsin daha da fazla. İleriye dönük planlar yapmazsın pek. Artık bilirsin ki kaybetmekde var. Elindekilere bakarsın önüne bakmadan önce. Yürürken bu hayat yolunda artık gideceğin yere varmaktan çok yürürken yaşadıklarınla ilgilenirsin. Önüne bakmadığın için düşme tehliken vardır bu şekilde. Ama hayat bu değil midir? Her zaman düşmeyi göze almak. Düşeceğini sandığın anda birilerinin seni tutmasıda ayrı bir mutluluk degil midir? Tabi düşmekde vardır. Ama düşe kalka yürümek değil midir hayat zaten? Varacağın yeri umursamadan, önüne bakmadan sadece yürümek. Kaybettiklerine ulaşmak için yürümek. Kaybettiklerin için yürümek. Yeniden kaybetmemek için yürümek. Yürümeye devam etmek için bir neden bulabilmek önemli olan. Çünkü kaybettiğiniz ne olursa olsun yürümeye değer bir yol olabilir önünüzdeki. Dediğim gibi bir gariptir hayat. Bazen kaybettikleri uğruna yürür insan, bazen kazanmak için, bazen elindekiler için yürür. İstemek lazım yürümeyi neden çok. Tabi diyemem ki bırakmak isteyenede neden yok. Ama bırakmak pes etmektir. Bile bile kaybetmektir herşeyi hiç denemeden. Hadi deneyelim o zaman bir kez daha yürümeyi bakalım yolda neler bulacağız? Neler göreceğiz sevipte yanımıza alamadığımız? Neler kaybedeğiz daha şu an elimizde bile olmayan?

9 Aralık 2009 Çarşamba

Korkma

Bir önceki yazımda kölelerden bahsetmiştim. Fakat dikkat ettiğimde bu kölelik siteminin farklı bir özelliğinden bahsetmeyi unuttuğumu gördüm. Kölelerin köle olduğunu unutturmak için yapılan şeyler. Anlatılan bir hikaye vardır bilmem bilir misiniz? Bilmeyener için ben anlatayım. Beş büyük meleğe görevleri verilirken Azrail ile Allah arasındaki bir dialogdan bahsedilir. Bilmeyenler için anlatayım. Azrail Allah'a der ki "Allah'ım insanların canını alma görevini bana verdin fakat insanlar beni kötü bilecek, sevmeyecekler." Allah ise şöyle cevap verir "Merak etme Azrail. Ben insanlara ölüm adına öyle nedenler vereceğim ki onlar senin adını bile anmayacaklar." İşte bu kölelerede öyle nedenler veriliyor ki bu şekilde çalışmaları için insanlar köle olduklarının farkına bile varmıyorlar. İnsan ne için çalışır? Aç kalmamak için mi! İnsanlarımız şu an aç kalmamak, hayatta kalmak için çalışıyorlar. Açlık sınırının 750 TL olduğu ülkemizde asgari ücret 550 TL! Ne demek bu çalışın ki açlıktan ölmeyin. İnsan ne için çalışmalı biliyor musunuz? Bence insan sevdiği için çalışmalı. Çalıştığı şey her ne ise onu sevmeli ve o yüzden çalışmalı. Ne parası için, ne aç kalmamak için, ne başka iş olmadığı için sadece ama sadece sevdiği için çalışmalı. Uzun bir söz vardı sevgi için. Üç saat mutlu olmak istiyorsanız sevdiğiniz yemeği yiyin. Üç gün mutlu olmak istiyorsanız sevdiğiniz bir yere tatile gidin. Üç yıl mutlu olmak istiyorsanız evlenin. Ama ömğr boyu mutlu olmak istiyorsanız sevdiğiniz mesleği yapın. Bence böyle olmalı. Geçmişe baktığımızda önemli başarılara imza atmış insanlar yaptığı işleri gerçekten seven insanlarmış. Tabi şu anki durum ile bu anlattığım durum arasında dünya kadar fark var. Şimdiki durumda insanlar bırakın sevdikleri işi yapmayı yapacak işi bile zor buluyorlar. Hal böyle oluncada iş bulupta nasıl calıştığının bir önemi olmuyor. Korkutuyorlar. Her şekilde korkutuyorlar. Alın size daha yeni yaşadığımız kriz ve arkasından gelen domuz gribi olayı. İkiside korku politikasının birer meyvesidir. Ne yazık ki insanlık bu iki meyveyi de afiyetle yemiştir. Tabi bunun olmasında evlerimize davetsiz giren, medyanın en önemli silahlarından biri olan televizyonun katkısı tartışılamaz büyüklüktedir. Kriz var dediler, korktuk ve bırakın işimizi yapmamayı kovarlar korkusuyla işimize dört elle sarıldık. Maaş veremiyoruz dediler olsun dedik, yemek veremiyoruz dediler olsun dedik, yol parası yok dediler olsun dedik, zam yapamıyoruz dediler olsun dedik. Kriz biter gibi oldu şimdide ölürsünüz diyorlar. Hemde gripten. Mevsimsel gripten zaten her sene ölenler var abartılacak birsey değil diyemedik. Böyle yasayacağımıza bırakında ölelim de diyemedik. Yine korktuk. Maske taktık, aşı yaptırdık, el sıkmadık, öpüşmedik, dışarı çıkmadık. Belkide biz öldük, yaşadığımızı sanıyoruz. Çünkü bize calışmak için öyle nedenler verdiler ki bunlar için çalışmak hayret verici. Daha fazlası için çalışın hep daha fazlası için. Ama daha fazlası yok bilmiyorsunuz. Yaşayacağın sürenin çok az daha fazlası yok. Sadece yaşayacağın süre var önünde. Ne eksik ne fazla. Gün gelip Azrail ile karşılaştığında dönüp arkana ne yaptım diye bakınca yaşadığın süreye yaptıklarından daha fazlasını göremeyeceksin. Bu yüzden bırakalım köle gibi yaşayıp bir gün efendi olarak yaşayacağımızı hayal etmeyi, bırakalım her şeyi akışına sadece sevdiğimiz işleri yapalım. Bakalım neler olacak, neler değişecek şu kısa hayatımızda? Bırakalım umut etmeyi ve bir şeyler yapalım. Ama sevdiğimiz şeyleri yapalım. Bırakalım korkarak yaşamayı. Severek ve isteyerek yasayalım bu hayatı, yaşadıklarımızdan dolayı ölümden korkarak değil. Azrail geldiğinde bakıp arkamıza gülümseyelim ve gerçekten daha fazlası için devam edelim yolumuza...

8 Aralık 2009 Salı

Modern Köle Izaura

Eski zaman dizilerinden popüler olanlardan biriydi “Köle Izaura”. Hatta bizim nesil bile pek bilmez nasıl bir dizi olduğunu ama ismen duymuşuzdur çoğumuz. Benim dikkat çekmek istediğim konu dizi değil kölelik. Köleliğin Amerikada siyahlara karşı yapıldığını biliyoruz tabi ama köleliğin başlaması çok eskilere dayanır. Belkide insanlıkla aynı yaşta bile olabilir. Çünkü şöyle bir baktığımızda insanlığın hüküm sürdüğü her zaman kölelikte olmuştur. İsmi değişmiştir, uygulama biçimi değişmiştir belki ama kölelik yani insanlara istediğin bir şeyi, istediğin şekilde, istediğin zaman yaptırmak değişmemiştir. Günümüz emparyalist sistemine baktığımızda ucuz işçilik, düşük maliyet adı altında modern kölelik uygulamasına geçilmiştir. Dünyamızın son derece küresel bir hale gelmesiyle birlikte insanların yaşam şartlarına bakılmaksızın her insanı aynı rekabet ortamına sokarak insanların emeklerini en ucuza almanın savaşı verilmektedir. Böylelikle büyük patronlar modern kölelerini elde etmektedir. Tabi bu kölelerin kendi bir hayatı olmalı ve tüketmeliler. Onlar tüketmeli ki patronlar üretmeli. Bu yüzden dünya son zamanlarda daha değişik bir noktaya doğru gidiyor. Büyük şirketlerin elindeki pazar kendilerine yetmez oldu. Böylelikle yeni pazarların ortaya çıkması için gelişemeyen ülkelerinde gelişmesine yardımcı olmaya en azından engellememeye başladılar ki o ülkeler gelişsin. Tabi bu gelişim de onların istediği şekilde olması gerekiyor yoksa izin vermiyorlar. Ayrıca modern kölelik sistemiyle çalışan işçileri motive etmek amacıyla tezler, araştırmalar ve deneyler yapıldı. Gerçi bu sistemlerin birçoğu iş yasamında bulunan patronlar sayesinde ortaya çıkmıştır. Akademik bilgi ile ortaya çıkan pek yöntem yoktur. İşçiyi o kadar az maaşla çalıstırmak için o kadar da iyi motive etmen gerekmektedir. Bazen göz ucuyla gazetelerin üçüncü sayfalarında okuduğum haberlerde ki dehşet beni korkuturdu. Sonradan anladım ki böyle bir hayatta yaşayan insanların bu kadar vahşileşmesi çok normaldi. Sistem bunu gerektiriyordu çünkü sistem vahşi kapitalizm. Uygulanan yöntem ne olursa olsun korku her zaman gerekli olan bir şeydir. Bir insanı korkutarak ona bir şeyler yaptırmak veya yaptırmamak her zaman en kolayı olmuştur. Çocukluğumuzdan beri öyle yetiştirildik çünkü. Onu yapma bak şu teyze iğne yapar. Onu yapma bak öğretmen döver. Onu yapma bak yoksa başına kötü şeyler gelir. Bunları hepimiz biliyoruz. Bu yüzden sistem arada güven tazelemek icin bu korku düğmesine basarak korkutmaya başlar. Buna örnek olarak bu sistemin bir parçası olan krizleri gösterebiliriz. Kriz demişken japoncada kriz aynı zamanda fırsat anlamına da gelmekteymiş. Aman ne tesadüf. Evet krizler her zaman zenginler icin çok büyük fırsatlar yaratmıştır. Ve her krizden zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olarak çıkmışlardır. Her krizde duyduğumuz şu haber; krizde etkilenmeyen tek şey lüks araba satışları. Sanki gözümüze sokmak istermişcesine her krizde ben bu haberi okurum veya televizyonda izlerim. Burada medyanın halkın yanında olduğu gösterilir. Götüren götürdü biz yine avucumuzu yaladık gibi bir izlenim yaratılır ki halk medyaya karşı durmasın. Bu sistemin en sağlam çarklarından biridir medya. Şayet bu sistemi çökertecek bir güç varsa bu gücün medya olması en olası ihtimaldir. Evet yeniden korkuya dönersek kriz sayesinde korkutulan insanlar işten atılabilirim zam istemeyeyim, iş olsun maaşı az olsun diyerek artık işlerine daha sadık bir hale gelirler. Korku işe yaramış köleler yeniden söz dinler olmuşlardır. Son yaşanan krizle belki sistemin aktörleri değişecektir fakat figüranlar aynı kalacaktır. Fakat bu sistem içinde yaşayan modern köleler artık isyan noktasına gelmektedir. Umarım yakın zamanda bunu gözlerimizle de görürüz...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Var mısın Yok musun?

Geleceğe dair ne düşünüyorsun, ne olur diye sorsam alacağım cevaplar genellikle iyi ve türevleri tarzında olacaktır. Öylede olması gerekir zaten. Umut hep olmalı ki insan yaşamını devam ettirsin. Bir insanın umudu bittiği an ölmüş demektir. Bazen gerçekten ölür, bazen fiziki olmasa bile ruhen ölmüştür. Benim asıl dikkat çekmek istediğim geleceğin iyi olması için ne yapıyoruz? Sadece umut iyi olması için yeterli mi? Eskilere sorsan onlarda hep geleceğin daha iyi olacağını umut etmişlerdir ama baktığımızda ne kadar iyi olduğu ortadır. Bakın bu düzen içerisinde birşeyler yapmak istiyorsunuz ama ne kadar çalışsanızda yine düzene uymuş olacaktır ve bu düzende iyi birşeylerin olması pek mümkün değildir. O zaman ne yapacağız diyeceksiniz değil mi? Ne yapabiliriz? Tek başımıza hiç birşey yapamayız tabi ki ama birlik olursak yapamayacağımız şey yok. Peki nasıl olacak bu? Bu düzeni tamamen değiştirmek için yapıtaşlarını yerinden oynatmamız gerekiyor. Yani ezberleri bozmamız! Ama her konuda bu düzene uygun ne ezber varsa hepsini bozacağız. Tabi bunları yaparken çerçevemizi sağlam çevirmemiz lazım. Yoksa bu düzeni değiştirmek imkansız olur. Şöyle bir düşünün bakalım bu ülkede düzgün işleyen ne bulacaksınız? Herşey bir aksak işliyor, herşey bir bozuk. Zaten ülke öyledir herşey birbirine bağlı bir çark gibidir biri az dönüyorsa diğeri hızlı dönmez. Bu yüzden çercevemizin ortasına bu ülkeyi koyacağız. Yapılan herşey bu ülke ve üstünde yaşayan inanlar için olacak. Kişisel çıkarlarımız değil her zaman bu ülke önce gelecek. Bunu yaparken ayrımcı bir yaklaşımda değil kucaklayıcı bir şekilde yapacağız. Birileri iyi olurken birileri kötü olmayacak. Ya hepimiz ya hiç. Ayrım yapıldı da ne oldu herkes kötü oldu. Bak Irak'a o Şii bu Sünni diye millet birbirini boğazladı. Bizde de durum pek farklı değil, o veya bu şekilde belli kutuplar yaratılıyor ve bunlar çarpıştırılıyor. Çarpışma sonucu iki tarafta yaralanıyor fakat bundan birileri yararlanıyor. Bu yüzden çerçevemizin bir diğer önemli unsuruda insanlar arasında sevgiyi ve dürüstlüğü yeşertmek. Çünkü bu yolda karşımıza çıkacak olan engelleri aşmada birbirimizi sevmemiz ve destek olmamız şart. Bunu sağlayacak en önemli etken de din olarak gözükmededir. Çünkü dinimizin temelinde yatan maneviyat köreltilmiş ve yerine maddi ikonlar yerleştirilmiştir. Bu yüzden üstüne kurulacak yeni düzenin çerçevesinin en önemli noktalarından bir diğeride dindir. Çünkü dinimizi incelerseniz eğer, O'nun yolundan sapmadan ilerlerseniz iyi olmayacak birşey yoktur. Burada belki bazılarınız biraz duraksayacak ama gerçekten düzgün bir şekilde dini yorumlar ve hayatınıza yansıtabilirseniz hem ilimde hem bilimde ciddi şekilde ilerlemeler kaydedebilirsiniz. Tarihe bakdığınızda buna birçok örnek bulabilirsiniz. Büyük din alimlerinin aynı zamanda büyük bilim adamları olduğunun. Ama yakın tarihe bakıyorumda hiç bir din aliminin bilimle ilgisi yok. Haliyle şu zamanda yaşanan din ile olması gerekeninde bir ilgisi yok. Yazının başlarında ezber bozmaktan bahsetmiştim. İşte ortada bir çerçeve ve bozulacak bir sürü ezber var. Biri din, biri adalet, biri eğitim, biri ekonomi, biri üretim, biri ticaret, biri ahlak, biri siyaset ve tüm bu ezberleri bozmak için de gereken siyaset. Hepinizin bildiği üzere bu düzeni değiştirmek için kullanılacak en önemli enstrümanlardan biri siyasettir. Eğer yapacağımız yeni açılımlar ile halkın çoğunluğunun desteğini alırsak değiştiremeyeceğimiz hiç birşey kalmaz. Bu ülkede gençleri siyasetten soğuttular ama artık ısınma turları atma zamanı geldi. Belki bu söylediklerim size çok uzak, çok ütopik gelebilir ama bilin ki eğer birşey yapmadan aynı şekilde devam edersek biz de çocuklarımıza daha kötü bir ülke ve dünya bırakacağız. Hep genç nüfusumuz ile övünürüz. Hadi bakalım gençler neler yapabileceğinizi düşünün. Bu ülke için neler yapabileceğinizi! "Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir..." Sloganamız da hazır... Açılın! Yeni açılımlarımızla ezberleri bozmaya geliyoruz...